30 Aralık 2019 Pazartesi

BU YÖNTEMLE 2020’YE YENİLENMİŞ VÜCUTLA GİRİN



Zaman hızla akıp geçiyor diye estetik ve bakımlı bir görünüme veda edecek değiliz. Yüksek teknolojik çağda yaşayan şanslı insanlar olarak küçük estetik dokunuşlardan yaşam boyu yararlanmak çok kolay. Bu sayede genç, dinç, moralli, sağlıklı ve güzel kalmak elimizde…

2019 da en önemli vücut şekillendirme yönteminin J-Plasma olduğunu belirten Opr. Dr. Arif Eroğlu“Vücudunuzun elastin ve kolajen liflerinin gevşemesi ile oluşan elastikiyet kaybının geriye dönmesini, selülit çukurlarınızın düzelmesini, cildinizin sıkılaşmasını ve gençleşmesini istiyorsanız J-Plasma’nın olağanüstü etkisinden yararlanmalısınız.” önerisinde bulundu.  


J-Plasma vücut şekillendirmede gerçek bir devrim!

Opr. Dr. Arif Eroğlu ‘Doğru kullanıldığında yüksek tedavi edici gücüne sahip olan lazer ışınları, ultrason ve radyofrekans enerjisi, kontrolsüz ve gelişigüzel maruz kalındığında cilt sağlığını tehdit eden bir düşman gibidir. Enerjiyi yararımıza kullanmak ciddi bir teknoloji ve tecrübe ister. J-Plasma’nın sahip olduğu ‘soğuk enerji’ cildimiz için günümüz koşullarında en etkili ve güvenli teknolojidir.’ dedi. Opr. Dr. Arif EroğluJ-Plasma uygulamasının cilt altı ısının 80-85 dereceye ulaştığı halde deri yüzeyi ısısının 40-42 dereceyi geçmesine izin vermediği için cilt yanıklarına neden olmadığını belirtti. Opr. Dr. Arif Eroğlu, şimdiye dek cilt yüzeyini 40-42 derecelerde tutarken, cilt altı ısısını güvenle 65 derecenin üzerine çıkarabilen başka bir sistem olmadığını söyledi.

Opr. Dr. Arif Eroğlu J-Plasma’nın başlıca yararlarını şöyle sıraladı:

1. J-Plasma Sarkmayı Önler!

J-Plasma sarkmaya eğilimli ciltlerde hızlı ve etkin bir sıkılaşma yaratıyor ve cerrahi germe operasyonu riskini azaltıyor. Helyum ve radyofrekans sinerjik enerji kombinasyonu yeni ve sıkı bir doku yaratmada önemli rol oynuyor. Deri altı dokusu yüksek plazma enerjisi altında kaldığı zaman uyarılarak genç fibroblastlar üretiyor.  Birkaç saatlik bir süre J-Plasma uygulaması için son derece yeterli.      
2. J-Plasma Son Derece Güvenlidir!

Helyum gazı, radyofrekans enerjisi ile birleşiyor ve plazma enerjisi oluşuyor. Helyum gazı oldukça güçlü ve soğuk. Plazma enerjisi deri altında bulunan bağ dokularında maksimum sıkılaşma sağlıyor. Plazma enerjisi lazer enerjilerinden daha soğuk olduğu için dokuda yanıklar oluşturmuyor. Deride oluşabilecek çekinti ve dalgalanma (ondülans) denilen düzensizliklere yol açmıyor. J-Plasma iyileşme süreci de çok hızlı.


3. J-Plasma Sarkma ve Gevşeme Olan Her Bölgeye Uygulanabilir!

J-Plasma doku hasarı ve yanık riski olmayan çok güvenli bir teknoloji. Göz kapakları, yanaklar, gıdı başta olmak üzere cerrahisiz yüz germede kullanılıyor. Gevşemiş göbek derisini toparlıyor ve kol içlerini sıkılaştırıyor. J-Plasma bir selülit tedavisi olarak da kabul ediliyor. Bacak içleri ve diz üzerindeki dalgalanmaları yok ederken selülite neden olan fibröz septaları kırarak genç, nemli, parlak ve homojen bir doku oluşturuyor.
   J-Plasma Uygulanan Bölgeler:

 Karın
  Sırt
 Bel
  Basen
 Bacak içi
 Diz
 Banana hattı
 Jinekomasti
 Gıdı
 ,Kol
  
    6. J-Plasma, Cerrahi Germe Operasyonları ile de Kombine Edilebilir!

J-Plasma tüm cilt germe ameliyatlarıyla rahatlıkla kombine edilebiliyor. 3D Lazer Lipoliz ile birlikte uygulandığında hem uygulanan bölgede incelme sağlanıyor hem de yağların alınması sonrası gevşeyen deride J-Plasma ile sıkılaşma maksimuma çıkarılarak son derece tatmin edici ve kalıcı vücut şekillendirme sonuçları elde ediliyor.

      7. J-Plasma Sonrasında;
Hastalar genellikle birkaç gün içinde gündelik hayatlarına ve işlerine dönebiliyor. J-Plasma sonrası ilk ayda daha sıkı ve gergin bir cilt görünümü hızla belirginleşiyor. Hedeflenen sıkılaşma ve cilt gerginliği 3 - 6 ay aralığında maksimuma çıkıyor ve etkisini uzun yıllar boyu koruyor.

23 Aralık 2019 Pazartesi

AKCİĞER KANSERİ TEDAVİSİ KİŞİYE ÖZEL PLANLANMALIDIR…


En sık görülen ve ölümcül kanserlerden biri akciğer kanserinin çevre kirliliğinin de artması ile birlikte daha ciddi boyutlara ulaşacağı tahmin ediliyor. Uzmanlar ise akciğer kanserinde erken tanıya dikkat çekerken tedavilerin kişiye özel olarak planlanması gerektiğinin altını çiziyor.

Akciğer kanseri tedavisinde kişiye özel tedavi modelini anlatan Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan,“ Akciğer kanseri en sık görülen ve ölümcül kanser türlerinden biridir. Akciğer kanseri tedavisi her zaman kişiye özel olmalıdır. Cerrahi tedavi de cerrahi sonrası onkolojik tedaviler de kişiye özel olarak planlanır. Standart gibi görünse de bu tedaviler kişiye özel bazı faktörler vardır. Bu faktörleri sıralamak gerekirse; genetik testlerin yapılması, kişinin beslenme şekli ve şartları, kişinin psikolojisi gibi durumlara göre tedavi şekli değişmektedir. Akciğer kanserinin artışında çevresel faktörlerin günden güne bozulması, hava kirliğinin artması, tütün ve tütün ürünlerinin daha özendirici hale getirilmesi akciğer kanseri oranlarını arttırmaktadır.” dedi.

Multidisipliner tedavi yaklaşımı ileri evre akciğer kanserinde de başarı sağlayabiliyor.

İleri evre akciğer kanserlerinde de uygun hastalara tedavi imkanı doğabileceğini ifade eden Dr. Demirhan,”Akciğer kanseri sinsi ilerlediğinden ve genellikle ileri evrede belirti verdiğinden tanı aşamasında gecikmeler yaşanabiliyor. Bu da kanserin tedavi aşamasını sekteye uğratıyor. Ancak geliştirilen multidisipliner tedavi yaklaşımları uygun ileri evre akciğer kanseri hastalarına da umut olabiliyor. İleri evre akciğer kanseri 3'üncü ve 4'üncü evre değimiz evrelerdir. Evre 3 hastalık lokal ileri dediğimiz, kanserin olduğu yerden biraz daha komşu dokulara girmiş ve lenf nodlarını tutmuş halidir. Evre 4 ise uzak organ metastazı yapmış kemik, karşı akciğer, böbrek üstü bezleri, beyin ve karaciğere metastaz yapmış halidir. Bu belirtilen bölgeler akciğer kanserinin en sık yayılım yaptığı yerlerdir. Hastaya böyle bir tanı konduğunda izlenecek tedavi yolu şöyledir. Eğer 3'üncü ve 4'üncü evre tespit edilmişse burada hücre tipi çok önemlidir. Hücre tipinde adenokarsinom dediğimiz hücre tipi çıkmışsa bunlarda bazı genetik testler yapılarak hedefe yönelik tedaviler yapılabilir. Küçük hücreli dışı alt grup ların dan  Adenokarsinom ve Skuamöz hücreli kanserlerde  genetik testler sonrası yapılan tedaviler nokta atışlı tedavilerdir. Diğer hücre tiplerinde de hedefe yönelik tedavilere başlanmıştır ama adenokanser kadar değil. Kemoterapi alınabiliyor ve yerine göre örneğin beyinde metastaz varsa radyoterapi uygulanabiliyor veya göğüs kafesi içinde radyoterapi uygulanarak akciğer kanseri evresi gerileyebiliyor. Yine lenf bezinden dolayı evre 3'e girmiş bir kanserde tedaviden sonra özellikle bir lenf bezi tutulumu varsa orada onun yeniden evrelenerek evvelden tümörün olduğu yerin kemoterapi ya da radyoterapiden sonra yok olduğunu görebiliyoruz. O zaman ameliyat şansımız doğuyor. Ama bir istasyon olduğu zaman cerrahi şansımız yüksek. Eğer bir istasyondan fazla tutulum varsa başarı şansı düşüktür cerrahi seçilmiş hastalarda gündeme gelebilir. Tüm bu tetkikler dikkatle ve titizlikle incelendikten sonra hastanın durumu uygunsa multidisipliner bir yaklaşımla tedavi planlanır.” şeklinde konuştu

Hastanın moral ve motivasyonu tedaviyi etkiliyor.

Hastalığın ve tedavinin seyrinde moral ve motivasyonun büyük önem taşıdığına dikkat çeken Dr. Demirhan, ”İleri evre akciğer kanseri vakalarında gerileme olduğunu gözlemliyoruz ancak hastalık yok hasta var mantığını unutmamak gerekir. Tümör de insanlar gibidir. Aynı kanser türü farklı insanlarda farklı seyir gösterebilir. Kimisi çok saldırgan ve agresif seyrederken kimisi de çok yavaş ve stabil seyreder. O yüzden tedaviden hiçbir zaman vazgeçmemek lazım, şansım yok diye düşünüp moral bozmamak lazım. İnsanların direnmesi gerekir bu hastalığa.” ifadelerini kullandı.

MİDE KANSERİNDE ERKEN TEŞHİS HAYAT KURTARIYOR…



Kansere bağlı ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer alan mide kanseri kilo kaybı, karın ağrısı, kusma, midede şişkinlik gibi belirtiler veriyor. Mide kanserinden korunmak için ise özellikle tuzlu ve tütsülenmiş yiyeceklerden uzak durmak gerekiyor.

Mide kanseri ile ilgili önemli bilgiler paylaşan Medigold Sultan Hastanesinden Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fatih Kar,” Mide kanseri sıklıkla 50-60’lı yaşlarda kadınlara nazaran daha çok erkeklerde görülen, kansere bağlı ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer alan tehlikeli bir kanser türüdür. Tuzlu yiyecekler, tütsülenmiş ve mangalda hazırlanmış yiyecekler, helikobakter pilori enfeksiyonu, sigara, geçirilmiş mide ameliyatları, kronik atrofik gastrit (mide yüzeyinin uzun süreli iltihabı), pernisiyöz anemi gibi nedenler mide kanseri riskini arttırır. İştahsızlık, kilo kaybı, karın sağrısı, halsizlik, bulantı, kusma, midede şişkinlik, karaciğer büyümesi, karında sıvı birikmesi gibi belirtiler verir. Böyle bir durumda hastaların acil olarak uzmana başvurup endoskopi yaptırmaları tavsiye edilir. “dedi.

Ülkemizde en sık rastlanan kanserler arasında.

Mide kanserinin ülkemizde en sık rastlanan kanser türlerinden biri olduğuna dikkat çeken Fatih Kar erken tanının önemine dikkat çekti. Kar,” Mide kanseri çeşitli nedenlerden ötürü mide mukozasında kötü huylu tümörlerin gelişmesi sonucunda gerçekleşir. Mide kanseri tüm kanserler arasında en sık karşılaşılan dördüncü kanserdir. Ülkemizde en sık rastlanan kanserler arasındadır. Midenin herhangi bir bölgesine yerleşen ve genellikle lenf bezleri, karaciğer, akciğer gibi organlara yayılım yapabilir. Erken tanı bu kanserde de büyük önem taşıyor. Doğru tedaviler uygulanarak mide kanseri kontrol altına alınabilir. Korunmada ise uzman kontrolü ve doğru beslenme büyük rol oynuyor.” ifadelerini kullandı.

Ameliyat sonrası düzenli kontrol şart.

Mide kanseri tedavilerinin multidisipliner bir yaklaşımla planlandığını ifade eden Kar,” Erken evrede tanı konulan uygun hastalara ameliyat şansı doğmaktadır. Yaklaşık 2-5 saat süren mide ameliyatı sırasında midenin büyük bir kısmı veya tamamı alınmaktadır. Mide ameliyatı sonrası da hastaların mutlaka düzenli doktor kontrolünde kalması gerekir. Hastanın beslenme programını ve şeklini uzmanların önerdiği şekilde düzenlemesi gerekir. İleri evrede tanı konmuş hastalara cerrahi önerilmemektedir. Bu yüzden erken teşhis mide kanserinde hayat kurtarıcıdır. Mide kanseri genellikle geç dönemde şikayet verir. Bu nedenle hastalar çoğunluğu yakalandığında ileri evrelere ulaşılmış olmaktadır. Erken teşhis edildiğinde ise tamamen iyileşme sağlanabilmektedir. Bu nedenle toplumsal bilinçlenme mide kanserinin önlenmesi ve tedavisinde çok önemlidir. Belli aralıklarla kontrol olmak ve endoskopi yaptırmak erken teşhiste çok önemlidir.” şeklinde konuştu. 

17 Aralık 2019 Salı

“DR. KALKO İLE HAYATI ERTELEME” BEYAZ TV’DE BAŞLIYOR…




Başarılı Kalp Damar Cerrahı Prof. Dr. Yusuf Kalko sıra dışı bir programla izleyici ile buluşmaya hazırlanıyor. Beyaz TV ekranlarında cumartesi günleri saat 12:00’de yayınlanacak olan “Dr. Kalko ile Hayatı Erteleme” programında başarılı cerrahın gerçekleştirdiği sıra dışı ameliyatlardan ve yaşama dönüş hikayelerinden kesitler yer alacak.
Mesleğinde olduğu kadar televizyonculukta da başarılı işlere imza atan Prof. Dr. Yusuf Kalko geçtiğimiz yıl TV 8’de yayınlanan “Doktor Konseyi” programının moderatörlüğünü yürütmüştü.

4 Aralık 2019 Çarşamba

DR. KALKO GELİŞTİRDİĞİ TEKNİKLERİ AZERİ MESLEKTAŞLARINA ANLATACAK...



Yaptığı başarılı ameliyatlar ile hem Türkiye'de hem de pek çok yabancı ülkede gündem olan Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko Azerbaycanlı meslektaşları ile buluşmaya hazırlanıyor. Dr. Kalko 13 Aralık tarihinde Azerbaycan Tıp Üniversitesinde gerçekleşecek konferansta damar cerrahisi alanında geliştirdiği teknikleri Azeri meslektaşları ile paylaşacak. 
Başarılı cerrah geliştirdiği İnme Cerrahisi yöntemi ve Hibrit Yöntemlerle inme hastalığının cerrahi tedavisinde önemli aşamalar kat etti. Yine Minimal İnvaziv Damar Cerrahisi yöntemlerini kullanarak geliştirdiği tekniklerle tıkalı bacak damarları, diyabetik ayak, aort anevrizmaları, Buerger gibi pek çok damar hastalığında başarılı ameliyatlara imza atıyor.

20 Kasım 2019 Çarşamba

FELÇ ATAĞI İHMAL EDİLMEMELİ…



Basit bir göz kararması, baş dönmesi, elde ve kolda meydana gelen anlık güçsüzlük ile bir anda elden bardağın düşmesi, ayakta güçsüzlük ve geçici görme kaybı gibi belirtiler şah damarı kaynaklı inmeyi işaret ediyor olabilir. Uzmanlar bu belirtilerden herhangi birinin yaşanması durumunda mutlaka uzmana başvurmak gerektiğinin ve tedavisinin yapılması gerektiğinin altını çiziyor.
58 yaşındaki Atilla Kılınç 2 yıl önce benzer şikayetlerle doktora başvurduğunda yapılan anjiyodan sonra stent takılması gerektiği söylendi kendisine. Ancak Kılınç’ın tedavisini ihmal etmesi sonucu geçtiğimiz günlerde baş gösteren felç atakları sol kolunda ve sol bacağında inmeye neden oldu. Damarı tıkayan plakların aşırı yumuşak olmasından dolayı stent alternatifi tamamen ortadan kalkan hastaya Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko ve ekibi açık ameliyatla müdahale etti. Başarılı bir ameliyatın ardından yüzde 98 tıkalı olan şah damarı açılan hasta sol kolunu ve bacağını hareket ettirmeye başladı. Şikayetlerinin baş ağrısı ile kendini gösterdiğini ifade eden Atilla Kılınç,” Çok ciddi baş ağrısı şikayetim vardı. Bir süre sonra sol kolumu hareket ettirememeye başladım. Yakınlarım ambulans çağırdı ve hastaneye götürüldüm. Burada ikinci defa felç atağı geçirdim. Bu sefer sol bacağımı da hareket ettiremeye başladım. Hemen Anjiyo yapıldı ancak sonuç alınamadı. Damarlarımdaki plakların çok yumuşak olmasından dolayı başka bir müdahale yapılamayacağı söylendi. Yoğun bakımda kaldım bir süre. Bu süre zarfında yakınlarım Yusuf hocaya ulaşmışlar. Tetkiklerden sonra ameliyatımı yağabileceğimi söyledi. Artık ihmal etme durumum söz konusu olmadığı için hemen ameliyat olmayı kabul ettim. İyi ki kabul etmişim. Ameliyattan sonra sol kolum ve bacağım hareket etmeye başladı. Tedavimin hastanede tamamlanmasının ardından da yürüyerek evime gittim.” dedi.
Başarılı bir ameliyatla şah damarı açıldı.
Atilla Kılınç’ın ameliyatını yapan Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko hastayı değerlendirerek,” Hastanın sağ şah damarı yüzde 98 tıkalıydı. Birkaç yıl önce de benzer bir atak geçirmiş hastamız. Eğer o zaman tedavisini yaptırsaydı böyle bir durumla karşılaşmayabilirdi. Bu yüzden inme belirtileri konusunda biz sık sık uyarılarda bulunuyoruz. Baş dönmesi, geçici görme kaybı, kolda ve bacakta güçsüzlük, geçici şuur kaybı ve konuşma bozukluğu gibi belirtileri dikkate almamız hayati önem taşıyor. Bu belirtiler genelde geçiştiriliyor ve bundan dolayı tedaviler gecikebiliyor. Oysa ki inme bugün ülkemizde ve dünyada ölüm oranlarının başında geliyor. Bu yüzden kesinlikle ihmal edilmemeli. Atilla bey de ihmal etmiş. Bize geldiğinde sol kolu ve sol bacağı hareket etmiyordu. Meslektaşlarımız stente uygun olmadığını söylemişler. Bu doğru. Çünkü damarını tıkayan plaklar çok yumuşaktı. Böyle bir durumda stent takılması mümkün olmamaktadır. Biz de inme cerrahisi yöntemi ile ameliyat etmeye bu yüzden karar verdik. Lokal anestezi ile şah damarını açarak plakları temizledik. Ancak bu plağın bu derece yumuşak olması bizim de ameliyatımızın riskini arttırıyordu. Normalde yüzde 1-2 riskle yapıyoruz bu ameliyatları. Atilla beyi yüzde 5 riskle opere ettik. Çok şükür her şey yolunda gitti ve damarı plaklardan temizledik. Ameliyattan hemen sonra hasta sol kolunu ve bacağını hareket ettirmeye başladı. Taburcu olduğunda da yürüyordu. Ancak tekrar ediyorum. İnme ciddi bir rahatsızlık. Görülme oranları günden güne arttığı gibi görülme yaşı da genç yaşlara kadar indi. Bu yüzden sıraladığım belirtileri yaşayan mutlaka uzmana başvurmalı. Ailesinde inme hikayesi olanlar 40 yaşından sonra mutlaka her yıl şah damar ultrasonu yaptırmalı. Aile hikayesi olmayan ancak sigara, stres, sağlıksız beslenme, hareketsizlik gibi olumsuzlukları barındıranlarında 50 yaşından sonra mutlaka her yıl düzenli şah damarı ultrasonu yaptırmaları gerekir.” şeklinde konuştu.


KORKUTAN HAVA KİRLİĞİ UYARISI: “AKCİĞER KANSERİ RİSKİNİ ARTTIRIYOR”…



Uzmanlar uyardı! Metropol şehirlerde yoğun trafik ve sanayinin yol açtığı hava kirliği akciğer kanserini tetiklerken kentsel dönüşüm kapsamında eski binaların yıkımına bağlı olarak ortaya çıkan kanserojen toz parçacıkları (asbest) akciğer zarı kanserine zemin hazırlıyor.

17 Kasım Dünya Akciğer Kanseri Günü nedeni ile çarpıcı açıklamalarda bulunan Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan hava kirliliğinin artış göstermesi ile ortaya çıkan tehlikeye dikkat çekti. Demirhan,” Hava kirliliği akciğer kanseri ve kronik akciğer hastalıklarının gelişiminde çok ciddi bir risk faktörüdür. Artık yaşadığımız her ortamın temizliği şüpheli hale gelmiştir. Metropol kentlerde bu daha da belirgin hale gelmekte hatta Anadolu’nun bazı il ve ilçelerinde de özellikle kış aylarında hava kirliliği artmaktadır.”dedi.

Kentsel dönüşümden dolayı büyük şehirlerde Maling Mezatelyoma riski artıyor.

Asbeste bağlı gelişen en tehlikeli kanseri türlerinden Mezotelyoma’nın önümüzdeki yıllarda çok ciddi bir risk oluşturabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Özkan Demirhan,” Şu an yaşadığımız şehir olan İstanbul’da da yoğun trafik ve sanayinin yol açtığı hava kirliğinin yanı sıra kentsel dönüşümde eski binaların yıkımına bağlı ortaya olarak çıkan kanserojen toz parçacıklarının (bunlardan en sık olanı ve bilineni özellikle asbest) akciğer zarı kanseri ve akciğer kanseri riskini artırmaktadır. Akciğer zarı kanserinin (malign mezotelyoma) en önemli nedeni olan asbest, asbestin yoğun bulunduğu beyaz toprağın özellikle belli yörelerde sık kullanımından dolayı lokal (bölgesel) olarak rastlanmakta idi. Ancak günümüzde bu risk kente göçten dolayı azalmıştır. Yaşadığımız bu dönemde özellikle kentsel dönüşümden dolayı bu risk artık şehirlerde daha fazladır. Çünkü 2010 yılında asbest yasaklanmadan önce ısıya ve yıpranmaya dayanıklı asbestli maddelerin kullanımı çok yoğun idi. Bundan dolayı önümüzdeki son 20-50 yıl içinde akciğer zarı kanseri (malign mezotelyoma) hastalığında artış olacaktır. Bir diğer risk grubu da gemi işinde çalışanlardır.” şeklinde konuştu.

Eski binaların yıkım esnasında yetkililerin ciddi tedbirler alması gerekiyor.

Kentsel dönüşüm kapsamında eski binaların yıkımı esnasında yetkililerin ciddi önlemler alması gerektiğine dikkat çeken Demirhan sözlerine şöyle devam etti. “Burada yetkililere çok önemli iş düşmektedir. Kentsel dönüşümde yıkım esnasında gerekli tedbirleri maksimum düzeyde almalı. Başta yıkım işinde çalışanların kirli, tozlu havaya maruz kalmamalı sağlanmalı. Yıkımın olabildiğince havayı kirletmemesi için gereken özen gösterilmelidir.”
 
Açık havada spor yapanlar dikkat!

Açık havada spor ya da sağlık için yürüyüş yapanlara çok ciddi uyarılarda bulunan Doç. Dr. Özkan Demirhan,” Spor sağlıklı yaşamanın bir parçasıdır. Ancak sağlıklı olalım derken hava kirliliğinin yoğun olduğu trafik yoğunluğu olan yerlerde, kentsel dönüşümün yoğun olduğu yerlerde kanserojen maddelere maruz kalmamak için dikkat etmek gerekir. Bu ortamlarda spor yapmayı bırakın yaşamak bile tehlikeli hale gelmektedir. Evimizi değiştirme imkanımız her zaman olmamaktadır bu nedenle sporumuzu daha temiz alanlarda yapmalı ve saatlerine dikkat etmeliyiz. Sabah saatlerinde mümkünse ormanlık alanlarda yürüyüş yapmak gerekir. Hava durumuna da dikkat edilmesi gerekir. Rüzgar ve yağmurun olmadığı yüksek basınçlı havalarda kirlilik daha da fazla olmaktadır. Bu yüzden bu tarz havalarda açık havada spor yapmamaya dikkat etmek gerekir. Spor yaparken solumun kaslarımız maksimum kapasite ile çalışmaktadır bu nedenle ortamda bulunan hava ve bunun içindeki küçük partikülleri normalden daha fazla teneffüs eder ve akciğerimizin daha derinlerine doğru çekeriz. Bu yüzden sporumuzu daha temiz şartlarda yaparak vücudumuzun daha sağlıklı kalması için uygun saat, uygun hava, uygun konumda yapmamız gerekmektedir. Aksi takdirde sağlığımızı tehlikeye atarız. Sağlık için spor, hastalık için hava kirliliği birbirine zıt olan durumlardır. Hangisine daha fazla maruz kalırsak savaşı kazanan taraf o olur.” dedi.

14 Kasım 2019 Perşembe

KIL DÖNMESİNE “KRİSTALİZE FENOL” YÖNTEMİ İLE AMELİYATSIZ ÇÖZÜM…




Pilonidal Sinüs rahatsızlığı çoğunlukla 15-35 yaş arası genç erkekleri etkiliyor. Ağrı, şişlik, kanlı akıntı, kaşıntı gibi şikayetlerle baş gösteren ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen kıl dönmesi nasıl bir rahatsızlık, belirti ve tedavi yöntemleri neler?
Konu ile ilgili bilgi veren Medigold Sultan Hastanesinden Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fatih Kar,” Halk arasında kıl dönmesi olarak bilinen Pilonidal Sinüs hastalığının 15-35 yaş arası erkekleri etkileyen oldukça yaygın bir rahatsızlıktır. Genel olarak erkeklerde yüzde 1, kadınlarda yüzde 0.1 oranında görülüyor. Türk toplumunda bu oran erkeklerde yaklaşık yüzde 10’lara çıkabiliyor, bu da Batı toplumlarına nazaran 10 kat daha fazla görüldüğünü gösteriyor bize. Özellikle hareketsiz kalan, masa başı çalışan, bilgisayar bağımlısı, uzun saatler araç kullanan, dar kıyafet tercih eden, aşırı kıllı vücuda sahip erkeklerde görülme oranları daha fazla.” dedi.

Psikolojisi bozularak aylarca evden çıkmayan hastalar var.”
Pilonidal Sinüs rahatsızlığının hem kişinin psikolojisini hem de sosyal yaşantısını olumsuz etkilediğine değinen Kar,” Hasta hekime genelde kuyruk sokumu bölgesinde ağrı, şişlik, kanlı akıntı, kaşıntı, popo üzerine oturamama gibi şikayetlerle başvuruyor. Hastalığın temeldeki nedeni ise kuyruk sokumundaki çökük olan kısımda kıllı ve terli oluğa takılıp sürtünmelerle, oluğun en dibindeki ter bezi deliklerinden vida ya da matkap gibi dönerek, cilt altı yağ dokusu içine hissettirmeden girmesi, delikler açması ve bu deliklere giren bakterinin de katkısı ile etrafının iltihaplanmasıdır. Buna bir de aşırı kıllanma ve kişisel temizlik eksikliği de ilave olduğu takdirde kıl dönmesi sorunu kronikleşiyor. Tüm bunlar kokuya ve çamaşırların kirlenmesine de neden olarak bireyin yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Öyle ki bu hastalık nedeniyle çok kez ameliyat olmak zorunda kalan ve psikolojisi bozularak aylarca evden çıkmayan hastalar var.” şeklinde konuştu.

Son yıllarda uygulanan “kristalize fenol” yönteminin sonuçları çok başarılı
Kıl dönmesine karşı alınacak önlemlere ve tedavi yöntemlerine değinen Op. Dr. Fatih Kar, ”Kıl dönmesinden korunmak için kişisel hijyene dikkat edilmesi, kuyruk sokumu bölgesindeki tüylerin temizliği, gerekirse bu bölgeye lazer epilasyon yapılarak potansiyel risklerin azaltılması çok önemlidir. Müdahale yapılarak bu hastalığın tedavisi yapılmış hastalarımızda da işlem sonrası lazer epilasyonu ısrarla öneriyoruz. Öte yandan hastalığın tedavilerinden bahsetmek gerekirse ameliyat bu seçenekler arasında ilk sırada yer alıyordu. Ancak son yıllarda geliştirilen pek çok yöntemle ameliyatsız yöntemler de başarılı sonuçlar vermeye başladı. Pilonidal Sinüs de birçok farklı rahatsızlıkta olduğu gibi tedavi planlaması hastalığın seyrine göre ve kişiye özel yapılmaktadır. Yaklaşık 5-6 yıldır Pilonidal Sinüs hastalığı olan kişi için ameliyatı öncelikli tercih olarak düşünmüyoruz. Eğer çok yeni bir hastalık gelişimi söz konusu ise sadece bilinçlendirerek lazer epilasyon ve hijyenin arttırılması yeterli olabiliyor. Biraz daha derin sinüslerin varlığında kılların temizlenmesi, sinüslerin lokal anesteziyle çıkarılması (mikro sinüsektomi) ya da kristalize fenol uygulaması düşünebiliyoruz. Bunlar ayakta, kısa, ağrısız olarak gerçekleştirilen tedaviler olarak kabul ediliyor. Bunların arasında ‘Kristalize Fenol’ en çok tercih ettiğimiz yöntemler arasında yer alıyor. Her 100 hastadan 85’inde bu teknikle başarı elde edebiliyoruz. Ameliyathane ortamı gerektirmeyen, poliklinik ortamında, uygun bir şekilde yapıldığında başarı şansı çok yüksek olan bir tekniktir. Kuyruk sokumu bölgesine steril ortam sağlanarak lokal anestezi ile bölgeyi uyuşturuyoruz, ardından da sinüslerin tamamını kıllardan ve bölgede oluşan iltihaplı dokudan temizliyoruz. Bu temizlik işlemi sonrası deliklerden hastalıklı bölgenin içine, iri tuz kristallerine ya da naftaline benzeyen görünümde olan kristalize fenolü koyuyoruz. ‘Kristalize Fenol’, yarayı temizleme etkisi ile sinüslerin içlerini tam anlamıyla tıkanan lavaboları açmakta kullandığımız lavabo açıcılar gibi temizliyor ve bir iyileşme-kapanma sürecini başlatıyor. İşlem ağrısız olarak gerçekleştiriliyor, ortalama 10-15 dakika sürüyor ve hastanede yatış gerektirmiyor. Hastalar işlemden sonra normal günlük aktivitelerine devam edebiliyorlar ertesi gün de banyolarını yapabiliyorlar.” şeklinde bilgi verdi.


11 Kasım 2019 Pazartesi

HİSTAMİN ALERJİSİ İLE NASIL BAŞEDEBİLİRİZ?



Deride kızarıklık, kaşıntı, hazımsızlık, hapşırma, göz sulanması ve döküntü gibi belirtiler veren Histamin alerjisi ile ilgili İç Hastalıkları ve İmmünoterapi Uzmanı Dr. Ülkü Görmez faydalı bilgiler paylaştı. Histamin elerjisinden şüpheleniyorsanız ne yapmanız gerekir? Histamin alerjisi tanısı konulduktan sonra hangi besinlerden uzak durmak gerekir hangi besinleri tüketmek gerekir? İşte o faydalı açıklamalar…
“Histamin alerjisi, alerji mekanizmalarının temel türlerinden biri olup bağışıklık sistemi hücrelerinin yanlış çalışmasından oluşur. Histamin, salgılandıktan kısa bir süre sonra kan damarlarını genişletmeye ve deride kızarıklık ve kaşıntıyı tetiklemeye başlar. Histamin alerjisi, kendisini kızarıklık ve kaşıntı haricinde, hazımsızlık, hapşırma, göz sulanması ve döküntüyle de belli eder. Kimi zaman ev ve çiçek tozları, hayvan tüyleri ve çeşitli kimyasallar bu alerjinin tetiklenmesine yol açabilir.
Diaminoksidaz (dao) üretiminin durması sadece ince bağırsaktaki bir sorundan değil, vücuttaki bazı vitamin ya da çeşitli maddelerin eksikliği ya da fazlalığı durumunda da ortaya çıkabilir. B6 ve C vitamini eksikliği, aşırı histamin tüketimi, vücutta toksik madde artışı (kalın bağırsakta mantar oluşumu ya da midede ülsere sebebiyet veren bakterilerin oluşumu sonrası toksik madde artışı görülür.) Diaminoksidaz üretiminin düşmesine sebebiyet verir ve histamin vücutta tek başına alerjik rahatsızlıklara sebep olur.
Histamin artışı yapan gıdalara dikkat!
Şarap, bira, tüm alkollü içecekler, yıllanmış peynir (gouda, permesan , gravyer, eski kaşar, küflü peynir vs), maya içeren gıdalar, lahana turşusu başta olmak üzere turşular, ıspanak, domates, yoğurt, zeytin, krema, mayonez, ketçap, hardal, sirke ve sirke içeren tüm soslar, konserve yiyecekler, salam sosis pastırma , işlenmiş etler, füme et, balık, tavuk, hindi, patlıcan, mantar, avokado, uskumrugiller, hamsi, ton balığı, beklemiş meyve suları ve bazı ilaçlar
Alerji semptomlarını ağırlaştırabilen ve vücudun histamin salgısını arttıran besinler:
Muz, süt, çikolata, deniz ürünleri, çilek.
Histamin allerjimiz olduğundan şüpheleniyorsak önce bir doktora giderek muayene olmalı testler yaptırmalı tanımızı kesinleştirmeliyiz. Tanımız kesinleştikten sonra yukarıda bahsedilen gıdalardan uzak durmalı ve bazı gıdaları da beslenme menümüzde arttırmalıyız.
Antihistaminik gıdalar (histamin allerjisini yenmek için tüketebileceğimiz gıdalar):
Vitamin C kaynağı turunçgiller, kivi, maydanoz, kuşburnu, soğan, sarımsak, elma, kuru baklagiller, böğürtlen, omega3-6 kaynağı besinler, ısırgan otu, papatya, meyan kökü (lisorice), kekik, lavanta çayı ve yeşil çay.”


6 Kasım 2019 Çarşamba

KEMİK TOZUNDAN GELEN GÜZELLİK…




Ciltte zamanla meydana gelen düşmeler ve sarkmalar hepimizin ortak sorunu. Tüm bunlar sadece gençliğimize gölge düşürmekle kalmıyor aynı zamanda daha üzgün, daha yorgun hatta daha mutsuz bir yüz ifadesine bürünmemize neden oluyor. Böyle durumlarda da çareyi medikal estetik ya da estetik cerrahi uygulamalarında arıyoruz. Geliştirilen pek çok yöntemden bahsedebiliriz ancak son dönemin gözde uygulamalarından biri Mineral Doldu Radiesse. Kemik tozu uygulaması olarak adlandırılan yöntem adeta mucizevi sonuçlar veriyor. Özellikle yanak belirginleştirme ve kaldırma ile çene ucu belirginleştirmede kullanılan yöntem aynı anda hem yüz hatlarını toparlıyor hem de cildi canlandırıyor. Konunun ayrıntılarını İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstürkiktif ve Estetik Cerrahi ABD Başkanı Doç. Dr Harun Çöloğlu anlattı.

“Geçtiğimiz 10 yıl boyunca  yüze uygulanan dolgu maddelerinde yaşanan kötü tecrübelerden sonra FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) bazı komplikasyon riski yüksek dolgu maddelerinin Amerika’da kullanımını durdurdu. Bazı dolgu maddeleri, hastaların yüzlerinde kalıcı problemler neden oldu ve kötü görünümler meydana geldi. Ayrıca bu tür uygunsuz dolgular sadece sertleşmekle kalmayıp zamanla enfekte olmakta, nadiren konuldukları yerlerde kalmayıp yüzde yer değiştirmekteydiler. İşte burada FDA’nın da izni olduğu güvenli olarak kullanılabilen kemik tozu Radiesse dolgudan bahsedeceğiz.

Deri kalitesini arttırır ve sıkılaştırır.

İçerik olarak deri altı minerallerden ayrıştırılarak elde edilen, Kalsiyum Hidroksiapatit kürecikleri (kemik tozu) olan bir dolgu maddesidir. Pasifik okyanusundaki mercanlardan elde edilen doğal bir kireç içeriyor. Dolgu olarak uygulandığında hastanın kendi doğal kollajen üretimini arttırır.  Deri kalitesi artar ve sıkılaşır. Sarkan kısımlarda belirgin toparlanma olur. Ayrıca piyasadaki dolgular arasında kaldırma (Lifting) etkisi en büyük olan dolgudur. 

Diğer dolgulara nazaran etki süresi iki kat daha fazladır.

Maliyeti diğer doğulara (Hyaluronik asit bazlı) göre yüksektir ama etki süresi iki katıdır, hem de en az iki katı kaldırma ve hacim sağlar. Yani fiyat- performans olarak çok iyi bir dolgu.
Özellikle yanak belirginleştirme, kaldırma ve çene ucu belirginleştirmede kullanılmaktadır. İşlem yapılır yapılmaz etkiyi görebilirsiniz. Etki süresi ortalama 2 yıl kadardır. Aynı zamanda el sırtı kırışıklığını düzeltme de, nazolabial sulkus belirginliğini azaltmada, marionette çizgilerini, akne skarlarını, vertikal dudak çizgilerini gidermede kullanılabilir.

Çene ve elmacık kemiği protezlerini gölgede bırakan bir yöntem.

Artık çoğu hastada çene ve elmacık kemiği protezlerine gerek kalmıyor, burun ameliyatları sonrasında oluşan deformasyonlar için yeni bir operasyona ihtiyaç duyulmuyor. Radiesse’nin en önemli özelliklerinden biri hacim artırıcı etkisidir. Önceki yıllarda ameliyatla takılan çene ve elmacık kemiği protezlerini de ortadan kaldıracak bu yöntemi, hastalar da pratik olması nedeniyle tercih ediyor.

Uygulama sonrası etki hemen görülüyor, kişi hemen sosyal yaşantısına dönebiliyor.

Deri bir lokal anesteziyle uyuşturulduktan sonra Radiesse, ince bir iğneyle yüz derisi altına mümkün olduğu kadar derine uygulanıyor. Radiesse’in diğer dolgu maddelerinden farklı olarak kemiğe yakın olarak uygulanması veya çok katmanlı (multilayer) yapılması gerekiyor. Bu sayede dışarıdan belli olmayıp doğal bir görünüm sağlıyor. Radiesse uygulamasından sonra sonuç hemen görülür ve hasta günlük yaşantısına dönebilir. Bu uygulama sonucu, yaşlanma sonucu azalmış olan yüz dokusu yerine konuyor ve yüzünüzdeki oranlar ideal ölçülere ulaşıyor.”




BACAKLARDA ŞİŞME VE AĞRI AKCİĞER KANSERİ BELİRTİSİ OLABİLİR…


Bacaklardaki ağrı ve şişme şikayeti akciğer kanseri belirtisi olabilir. Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

 

“Akciğer kanserli hastalarda toplardamar tıkanıklıkları çok rastlanan bir durum. Bu yüzden bacaklarda ağrı ve şişme şikayetlerini dikkate almak gerekiyor. Derin ven trombozu denilen bu durum zamanında önlem alınmazsa akciğer embolisine neden olup hayati sonuçlar doğurabiliyor. Kanserli hastalarda toplar damar tıkanıklıklarına çok sık rastlıyoruz. Kanser hastalarının kanındaki yapısal bozukluklar, pıhtılaşmaya olan eğilimlerden dolayı toplar damarlarda pıhtılaşmadan dolayı sıkıntılar yaşanabiliyor. Özellikle akciğer kanserli hastalarda toplar damar tıkanıklığı akciğer kanserinin bir işareti olabiliyor. Bu nedenle bacaklardaki şikayetleri atlamamak gerekir. Derin ven trombozu dediğimiz bacaktaki toplar damar tıkanıklığından dolayı bacaklarda şişme ve ağrı meydana geliyor. Bu bize direkt kansere bağlı bir pıhtılaşma bozukluğunu gösterebiliyor.
Mutlaka önlem alınması gerekir!

Bazen buradaki pıhtıların akciğere gitmesi sonucu akciğer embolisi dediğimiz çok ciddi durumlara da yol açabiliyor. Bu yüzden tedbir erken alınmalı. Akciğer kanserinin teşhisi konmuş hastalar ameliyat esnasında, ameliyat sonrası hatta ameliyat olamayacak hastalar da dahi toplardamar tıkanıklıkları medyana gelmekte. Hastalar kanserden kaybedilmese bile toplardamar pıhtılaşmasından kaybedebiliyor. Bu pıhtılaşmalar mutlaka hekim kontrolünde medikal tedavi ile tedavi edilmektedir. Tedavi seçenekleri arasında başta kan sulandırıcılar olmak üzere ağızdan alınan ilaçlar, cilde yapılan iğne, damardan verilen kan sulandırıcılarla ve antiembolik çoraplarda kullanılmakta. Nadir durumlarda ana toplar damara filtre konulmakta.”

DOĞUM VE SPOR KADINLARI DAMAR HASTALIKLARINA KARŞI KORUYOR…



Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko, kadınları damar hastalıklarına karşı koruyacak reçeteyi açıkladı. İşte alınması gereken önlemler…
Hareketli yaşam ve doğru beslenmenin olduğu kadar doğumun da kadıların damar hastalıklarına karşı korunmasında önemli bir etken olduğuna dikkat çeken Dr. Kalko,” Hareketli yaşam ve spor kadınların yaşam şekli haline getirmesi gereken en önemli faaliyeti olmalı. Kadınlar menopoza kadar güvendeler. Östrojen hormonu damar sertliğine karşı kadınlarda adeta bir kalkan görevi görüyor. Kadınları koruyan bir diğer önemli etken de doğum. Doğum kadınlarda damar hastalıklarından korunma konusunda ciddi bir siper çünkü doğumla birlikte vücut yenileniyor ancak doğum sonrası kiloların mutlaka verilmesi gerekir. Çünkü biliyoruz ki, göbek çevresi yağları kalp krizi ve inmelerin en büyük tetikleyicilerinden. Ayrıca düzenli ve sağlıklı beslenme de önlem almada önemli etkenler arasında yer alıyor.” dedi.

Menopoz sonrası döneme dikkat!
Menopoz sonrası dönemde koruyucu kalkan olan östrojenin görevini yapamamaya başladığını ve özellikle damar hastalıkları açısından ciddi tehdit oluşturduğunu ifade eden Yusuf Kalko,” Bu dönemde kadınlarda kalp krizi, şah damarına bağlı felç, kontrolsüz yüksek tansiyon gibi durumlara çok sık rastlıyoruz. Bu hastalıkların seyrinin ağır ilerlemesinde en büyük etken sigara kullanımı. Günümüzde yasakların da etkisi ile gençlerde sigara kullanımının önemli ölçüde düştüğünü gözlemliyoruz ancak 70-80 kuşağı maalesef sigaradan vazgeçmiyor. Bu olumsuz alışkanlığa hareketsizlik, fazla kilo, özellikle doğum sonrası göbek çevresinin yağlanması gibi faktörler de eklendiğinde bu sefer insülin direnci artıyor. Biliyoruz ki, şeker damar sertliğini en olumsuz etkileyen nedenlerden biri. Öte yandan bazı özel durumlarda menopoz öncesi de yani genç yaşta da bazı damar hastalıklarına rastlayabiliyoruz. Bunlar Marfan sendromu ya da kolesterole bağlı çeşitli hastalıklardır. Menopoz öncesi damar hastalığı görülmüşse mutlaka bu açıdan incelenmeleri gerekir.” şeklinde konuştu.

14 Ekim 2019 Pazartesi

ŞAH DAMARI TÜMÖRÜ ÇOCUKLARDA DA GÖRÜLÜYOR…



Nefes darlığı, ses kısıklığı, yutma güçlüğü gibi belirtiler veren şah damarı tümörleri çocuk yaşlarda da görülüyor. Prof. Kalko geçtiğimiz günlerde ameliyat ettikleri hastanın 5 yaşında olduğunu belirterek tıp literatüründeki en genç hasta olduğunu kaydetti.


Nefes darlığı, ses kısıklığı, yutma güçlüğü, kısmi felç gibi belirtiler veren şah damarı tümörleri genelde iyi huylu tümörlerdir. Uzmanlar bu tümörlerin mutlaka çıkarılması gereken tümörler olduğuna vurgu yaparak hastalarda ilerleyen dönemde felç geçirme veya boğularak ölme gibi tehlikelere neden olduğunu belirtiyor. Bulundukları bölge itibari ile ameliyat şansı düşük olan bu tümörler Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko’nun geliştirdiği teknikle lokal anestezi ile çıkarabiliyor. Kalko bu gibi tümörlerin genetik geçişli olduğunun altını çizerek ailede hikayesi olanların mutlaka şah damarı tümörü açısından tetkik edilmeleri gerektiğinin önemine vurgu yaptı.
Bu tarz tümörlerin genelde iyi huylu olduğunu ancak bulundukları bölge itibari ile mutlaka çıkarılmaları gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yusuf Kalko,” Ender görülen bir rahatsızlık olan şah damarı tümörleri beyne giden toplardamarlara yakın bölgede olduğu için ses kısıklığı, nefes darlığı, nadir de olsa kısmi felçle sonuçlanabiliyor. Şah damarı tümörleri 3 tipten oluşuyor. Damara yapışık olmayan basit tip olarak tanımladığımız tip 1 ile damarı 180 derece saran tip 2 ve damarı 360 derece saran tip 3 dediğimiz kötü yerleşimli tümörler olarak sınıflandırılıyor. Bu tarz tümörler genellikle iyi huylu olurlar ancak bulundukları bölge itibari ile mutlaka çıkarılmaları gerekir. Çünkü burası dile, ses tellerine, nefes borusuna yakın ve hassas bir bölgedir ayrıca şah damarının ve beyne giden toplardamarların bulunduğu bölgedir. Dolayısıyla buradaki tümörler için saatli bomba tabirini kullanabiliriz.” dedi.
Bazen hiç belirti vermeyebiliyor.
Şah damarı tümörlerinin hiç belirti vermeden de ilerleyebildiklerine dikkat çeken Kalko,” Ses kısıklığı ve nefes darlığının yanı sıra yutma güçlüğü, boyunda ele gelen kitle ya da ağırlık hissi yapabileceği gibi hiç belirti vermeden de ilerleyebilir. 15 santime kadar büyüyebilen fakat hiçbir şekilde belirti vermeyen ve dışarıdan kendini göstermeyen tümörler söz konusu, bazen de 3-4 santim büyüklüğünde olup kendini gösteren tümörlerden bahsedebiliriz. Sonuç olarak tümörün boyutu ne olursa olsun bulundukları bölge itibari ile mutlaka alınması gereken tümör türleridir. Şah damarı tümörlerinin tanısını Kulak Burun Boğaz uzmanları koyar. Bu yüzden saydığım belirtilerle karşılaşılması durumunda mutlaka bir Kulak Burun Boğaz Uzmanına başvurmak gerekir. Şah damarı tümörlerinde genetik geçiş de önemli bir faktör. Bu yüzden ailede; anne, baba ve kardeşlerde şah damarı tümörü hikayesi varsa diğer aile bireylerinin de mutlaka tetkik edilmesi gerekir.” şeklinde konuştu.
Şah damarı tümörü görüldüğü an çıkarılmalıdır.
Şah damarı tümörlerinin görüldüğü an mutlaka çıkarılması gerektiğinin önemine değinen Kalko,” Şah damarının etrafında dilimizi hareket ettirdiğimiz sinir, yüzümüzü hareket ettiren sinir, ses sağlayan sinir, beyin toplar damarları, nefes ve yemek borularımız var. Şah damarı tümörleri büyüdüğü zaman buralara bası yapar. Eğer zamanında bu kitleye doğru müdahale yapılmazsa kitle çok büyüyor ve hasta boğularak ölebilir, felç olabilir, ses felci olabilir ya da yüzünde eğiklikler oluşabilir. Bu yüzden şah damarı tümörleri görüldükleri anda çıkarılmalıdır.” ifadelerini kullandı.
Çocuklarda da görülüyor.
Şah damarı tümörlerinin çocuklarda da görüldüğüne değinen Dr. Kalko,” Literatürdeki en genç hasta 8 yaşındaydı. Ancak geçtiğimiz günlerde 5 yaşındaki bir çocukta da şah damarı tümörüne rastladık ve ameliyatını yaptık. Bu hasta şu anda tığ literatüründeki en genç şah damarı tümörü hastası. Biz bu ameliyatları uygun hastalarda lokal anestezi ile yapıyoruz. Ancak son hastamızın yaşı çok küçük olduğu için ameliyatı genel anestezi altında gerçekleştirdik ve tümörü başarı ile aldık.” dedi.
Lokal anestezi ameliyatın risklerini minimize ediyor

Lokal anestezi ile yaptıkları ameliyatların avantajlarına değinen Prof. Kalko,” Özellikle tip 1 ve tip 2 dediğimiz tümörlerin bulunduğu hastalara rutin olarak lokal anestezi uyguluyoruz. İleriki dönemde tip 3’ün de buna katılabileceğini düşünüyoruz. Şah damarı tümörü ameliyatlarında genel anestezideki standart risklerin dışında bir de yüz ve boyundaki sinirlerin zedelenme riski söz konusu. Ameliyat, yüz sinirini etkilerse yüzde gerilme ya da yüz felci, ses sinirini etkilerse ses kısıklığı, şah damarını etkilerse inme gibi pek çok risk taşıyor. Kazara bir sinir hasarı yapılsa bu da hastanın hayatına mal olabilir. Lokal anestezide ise tümörü kaldırdıkça hasta rahatsız oluyor, öksürüyor ya da şiddetli ağrı duyuyor. Biz de ona göre önlem alıyoruz. Daha yukarıdan ya da daha aşağıdan sinire dokunmadan alıyoruz tümörü. Ayrıca önemli bir değer nokta da Şah damarı tümörlerinde genel anestezi altında tansiyonla ilgili çok ciddi sıkıntılar yaşanabiliyor. Lokal anestezide böyle bir sıkıntı ile karşılaşmadık. Ameliyat ortalama 1 saat sürüyor. Hasta yoğun bakıma girmeden normal odaya alınıyor. 1-2 gün içerisinde de taburcu oluyor.” dedi.


AMERİKAN PEDİATRİ AKADEMİSİNDEN ANİ BEBEK ÖLÜMLERİNİN ÖNLENMESİ İÇİN ÖNERİLER…




Medigold Sultan Hastanesinden Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ahmet Karataş ani bebek ölümlerinin önlenmesi konusunda ailelere önemli tavsiyelerde bulundu. Karataş Amerikan Pediatri Akademisinin önerilerini paylaştı.

·         1 yaş altında bebekler mutlaka her zaman sırt üstü yatırılmalıdır. Yan yatırma ve yüzüstü yatırma apirasyonu (Yemeğin soluk borusuna kaçması)’ından korumaz. Sırtüstü yatırıldığında aspirasyon riski artmamaktadır. Bebek yatakta sırt üstü-yüz üstü pozisyonlar arasında kendi kendine dönebilecek kadar büyüdükten sonra, kendi döndüğü pozisyonda bırakılabilir.
·         Yatak zemini-şilte sert olmalı, gergin çarşafla örtülmüş olmalıdır. Bebek yataklarının-beşiklerinin sağlam ve güvenlik standartlarına uygun olmasına dikkat edilmeli, şilte yatağa uygun olmalı, kenarlarda boşluk kalmamalı, bebeğin altına yastık konulmamalı, ortamda kablo, panjur ipi gibi cisimler olmamalı, bebek pusetlerde uzun süreli yatırılmamalı, pusetteyken uygun pozisyonda olmasına dikkat edilmelidir. Baş yukarıda, yüzü açıkta olmalı, burnunu tıkayan herhangi bir şey olmamalıdır.
·         Bebekler anne-babalarıyla ile aynı yatakta yatmamalıdır. Bebeğin yatağı anne-baba yatağının yakınında olmalı, anne emzirirken bebeği yatağına alsa da sonrasında kendisi uyumadan bebeği kendi yatağına yatırmalıdır. Annenin koltukta emzirirken uyuyakalması ani bebek ölüm riskini çok arttırmaktadır. Bebekler sigara içen, çok yorgun, ilaç veya madde kullanımı olan kişilerle, anne-babaları dışında birisiyle, kardeşiyle, yumuşak zeminde yatırılmamalıdır.
·         Yumuşak, boğulma riski yaratabilecek cisimler yatakta-beşikte olmamalıdır. Bebeğin giysileri onu sıcak tutacak, yüzünü-başını örtmeyecek özellikte olmalıdır.
·         Gebelikte ve doğum sonrasında sigara içilmemelidir. Anne ve bebeğin yanında sigara içilmemeli, bebekler sigara içilen ortamlardan kesin olarak uzak tutulmalı, bebek sigara içen birisiyle yatmamalıdır.
·         Gebelikte ve doğum sonrasında alkol ve madde kullanılmamalıdır. Özellikle alkol-madde kullanımı ve bebekle birlikte yatma ani bebek ölüm riskini belirgin olarak arttırmaktadır.
·         Anne sütü alan bebeklerde anne bebek ölüm riski azalmıştır. 
·         Emzik kullanımında ani bebek ölüm sıklığı daha azdır. Bebeğe uyumadan önce emzik verilebilir, bebek istemiyorsa zorlanmamalı, emzik boyuna asılmamalı, bebeğin giysisine iliştirilmemeli, emziğe içi doldurulmuş, yumuşak oyuncaklar iliştirilmemeli, emzik vermek için bebeğin AS almaya, emmeye iyice alışması beklenmelidir. 
·         Ortam ısısı çok yüksek olmamalıdır. Bebeğin giysisi aynı ortamdaki erişkine göre bir kat daha fazla olabilir, bebeğin terleyip terlemediği kontrol edilmeli, yüzünün örtülmesi önlenmelidir.
·         Aşıların ani bebek ölümüme neden olduğuna dair bilgi yoktur, aksine bazı çalışmalarda aşılamanın koruduğu yönünde bilgiler vardır.
·         Motor gelişimi desteklemek, kasların kullanımını kolaylaştırmak ve sırt üstü yatırılmaya bağlı kraniyal deformite (kafa yamukluğu) gelişmesini önlemek için bebeklerle aktif vakit geçirme tercih edilmelidir.